Doğanın kurallarına ayak uydurup doğuyor, büyüyor ve ölüyoruz… Yaşadığımız süre içerisinde genellikle hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Arkamıza baktığımızda ise aslında hiç yaşamamış gibi öleceğimizi, ölüyor olduğumuzu anlıyoruz! Her saniye biraz daha, biraz daha yaklaşıyoruz son durağa… Hayatımızı sürdürürken bu acı gerçeği biliyor olsak da bir türlü kabullenemiyoruz! Unutmaya, zihnimizin gizli kalmış köşelerinde saklamaya çabalıyoruz. Ama ya bu gerçeği kabullenmeye çalışsak nasıl olur? Ne zaman, kimlerle, hangi şartlarda daha mutlu olduğumuzu dürüstlükle, kendimizi kandırmadan keşfetmeye çalışsak? Sırf kendimizi iyi hissetmemize sebep oluyor diye bir kişiyi dostumuz ilan etmesek, aramızdaki çıkar meselesini açıkça görsek? Birini bizimle aynı düşünceleri, dini, dili paylaşmıyor diye dışlamasak, sevgimizle birbirimizi sarıp sarmalasak? İstemediğimiz şeyleri sadece ama sadece ortama ayak uydurmak için yapmasak, biraz kendi istediklerimize de önem versek?
Çok tartışılan bir konu vardı bir zamanlar, soruluyordu herkese: İnsan ne ile yaşar? Gerçekten ne ile yaşarız biz? Nasıl mutlu oluruz? Pişman olmadan ölmek için, geride yapacak bir şeyler bırakmamak için ya da en azından onları en aza indirmek için neler yapılabilir? Ama bunu yaparken çevremizdekileri de mutlu etmek için? Etki-tepki doğrusunu ciddiye alarak kendimizle çevremizi, çevremizle kendimizi mutlu etmek için elimizden ne gelir? Sıcacık bir gülüş verebiliriz dostlarımıza soğuk bir kış gününde. En kötü günlerinde onlara sımsıkı sarılarak kocaman bir iz bırakabiliriz çarpan kalplerinde. Kendilerini en mutsuz, en yalnız hissettikleri anda samimi bir “Seni seviyorum” cümlesi çıkarabiliriz ağzımızdan. Kötü bir günün ertesinde taze esprilerimizle morallerini düzeltebilir, birazcık kafalarını dağıtmaya yarayabiliriz insanlarımızın. Birbirimizden uzaklaştığımızı hissettiğimiz anda ilk adımı biz atıp eski günlerimize geri dönebiliriz koyu muhabbetlerimizle.
“İnsan ne ile yaşar” demiştim. İnsan, insani duygularını kaybetmemekle yaşar, karşılıksız severek ve bunun karşılığında gönlünce sevilerek yaşar karşısındaki doğru insansa. Eğer değilse bile doğru hareketleri yöneltir zaten onu doğru kişilere. Kendi doğru olduktan sonra da kendini yalnız hissetmez zaten. Gerçekleri kabullenerek ve bunun sonunda da minimum “keşke”ler ama sınırsız “iyi ki”lerle yaşar. Ve madde olarak dünyadaki varlığını yitirdikten sonra, sevdiklerinin kalbinde sonsuz saygı, sevgi ve şükranla manevi varlığını kazanarak tekrar dünyaya gelir. Onların özlemle gözlerinden akan yaşlarla büyür. Hasretle ve sevgiyle yâd edilirken dudaklarından dökülen gülümsemelerle sonsuza kadar yaşar…
2 Aralık 2009 Çarşamba
19 Ekim 2009 Pazartesi
Kar Taneleri
Her bir tanesi ayrı bir hikâye, ayrı bir karakter, ayrı bir şefkat, sevgi, dostluk, yardımseverlik göstergesi olan bembeyaz bir kar tanesi gibiydi benim için.
Hani yaşadığınız yere, hayatınızın tam ortasına yağsın diye dua ettiğiniz, kar taneleri gibi…
Yağarken, sıcacık evinizden oynamak, içinde yuvarlanmak için can attığınız, yağışını bin bir çığlık ve kahkahayla ödüllendirdiğiniz…
Kar taneleri de sizin ödülünüze karşılık vermek ister gibi birikir, birikir, birikir ya hani… Kocaman bir beyazlık sarar ya etrafınızı… İşte O, o kar tanelerindendi benim için.
Eriyip yok olacak diye elime almaktan korktuğum, “Hala orada mı?”, “Ya güneş çıkınca erimişse?” gibi sorularla beynimi meşgul eden, habire gidip gelip orada duruyor mu diye kontrol etmeden içimin rahat edemediği kar tanelerindendi.
Bir kar tanesi…
Öylesine büyüleyici…
Öylesine göz alıcı…
Dokunduğunuzda nasıl acır elleriniz, nasıl yanar!
Çok mutlusunuzdur ama!
Bütün bir sene o anı beklemişsinizdir.
O acı nasıl sıcak gelir size…
Onunla eğlendiğiniz gibi eğlenemezsiniz hiçbir şeyle…
Ona dokunduğunuz gibi, dokunamazsınız hiçbir şeye…
Hasta olacağınızı da bilseniz sonsuza kadar yuvarlanmak istersiniz onunla kaplı bahçenizde.
O ki, bir kar tanesi…
Hiçbir zaman sonsuza kadar yuvarlanamazsınız üstünde…
İstediğiniz kadar dokunamazsınız ona…
Ondan yapılı kardan adama bile sıkıca sarılamazsınız dilediğiniz kadar.
O ki, bir kar tanesi…
Bir gün eriyip gideceğini bilirsiniz.
Bilirsiniz ki o dilediğince kalır sizinle; siz, ona sınır koyamazsınız.
Onsuz kocaman kocaman boşluklar sizi bekler.
Onsuz hiçbir eğlenceniz, o kadar da eğlenceli görünmez size!
Eğlence gibi bile görünmez.
Yaşınız kaç olursa olsun, kendinizi muhtaç hissedersiniz ona.
Ama o, sadece küçük bir kar tanesi…
Bilirsiniz ki çekip gidecek her sevilen gibi…
İstese de kalamaz sizinle…
Başka diyarlara, başka kutuplara yağması lazım.
Bir yerde artık sizi, kendinize bırakması lazım.
Sizse sadece “Yağsın yeterki,” diye düşünürsünüz.
Hep hayatımda olsun.
Hep benimle olsun.
Canımı yaksın, elimi acıtsın da…
Yalnızca o acıtsın, razıyım her şeye…
Ama o, sadece küçük bir tanesidir.
Bir gün eriyip gideceğini bilirsiniz.
Ama bilirsiniz ki eriyip gittiği gibi, bir gün geri dönecek, yeniden yağacaktır mekânınıza, hayatınızın tam ortasına...
Hani yaşadığınız yere, hayatınızın tam ortasına yağsın diye dua ettiğiniz, kar taneleri gibi…
Yağarken, sıcacık evinizden oynamak, içinde yuvarlanmak için can attığınız, yağışını bin bir çığlık ve kahkahayla ödüllendirdiğiniz…
Kar taneleri de sizin ödülünüze karşılık vermek ister gibi birikir, birikir, birikir ya hani… Kocaman bir beyazlık sarar ya etrafınızı… İşte O, o kar tanelerindendi benim için.
Eriyip yok olacak diye elime almaktan korktuğum, “Hala orada mı?”, “Ya güneş çıkınca erimişse?” gibi sorularla beynimi meşgul eden, habire gidip gelip orada duruyor mu diye kontrol etmeden içimin rahat edemediği kar tanelerindendi.
Bir kar tanesi…
Öylesine büyüleyici…
Öylesine göz alıcı…
Dokunduğunuzda nasıl acır elleriniz, nasıl yanar!
Çok mutlusunuzdur ama!
Bütün bir sene o anı beklemişsinizdir.
O acı nasıl sıcak gelir size…
Onunla eğlendiğiniz gibi eğlenemezsiniz hiçbir şeyle…
Ona dokunduğunuz gibi, dokunamazsınız hiçbir şeye…
Hasta olacağınızı da bilseniz sonsuza kadar yuvarlanmak istersiniz onunla kaplı bahçenizde.
O ki, bir kar tanesi…
Hiçbir zaman sonsuza kadar yuvarlanamazsınız üstünde…
İstediğiniz kadar dokunamazsınız ona…
Ondan yapılı kardan adama bile sıkıca sarılamazsınız dilediğiniz kadar.
O ki, bir kar tanesi…
Bir gün eriyip gideceğini bilirsiniz.
Bilirsiniz ki o dilediğince kalır sizinle; siz, ona sınır koyamazsınız.
Onsuz kocaman kocaman boşluklar sizi bekler.
Onsuz hiçbir eğlenceniz, o kadar da eğlenceli görünmez size!
Eğlence gibi bile görünmez.
Yaşınız kaç olursa olsun, kendinizi muhtaç hissedersiniz ona.
Ama o, sadece küçük bir kar tanesi…
Bilirsiniz ki çekip gidecek her sevilen gibi…
İstese de kalamaz sizinle…
Başka diyarlara, başka kutuplara yağması lazım.
Bir yerde artık sizi, kendinize bırakması lazım.
Sizse sadece “Yağsın yeterki,” diye düşünürsünüz.
Hep hayatımda olsun.
Hep benimle olsun.
Canımı yaksın, elimi acıtsın da…
Yalnızca o acıtsın, razıyım her şeye…
Ama o, sadece küçük bir tanesidir.
Bir gün eriyip gideceğini bilirsiniz.
Ama bilirsiniz ki eriyip gittiği gibi, bir gün geri dönecek, yeniden yağacaktır mekânınıza, hayatınızın tam ortasına...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)